28 Ocak 2011 Cuma

a l'interieur

böyle ciddi ciddi midesi kaldırabileceklerin izleyebileceği bir film. vahşet, kan, pislik hepsi bu filmde. mantık hatası ararsan onu da bulabilirsin bolca.

spoiler- ne diyim şimdi ben, tuvalete kitlenen kurbanın yanlışlıkla annesinin boğazını kesmesine mi yanayım, o karıdan büyük anne manne olamayacağını anlayamayan adama mı yanayım, yine o güya bebeği elinden alındığı gerekçesiyle tüm dünyayı tarıcam huleeeeyn nidalarıyla, doğumuna saatler kalmış kadını kana buladıktan sonra karnını makasla keserek, kendine ait olduğunu düşündüğü bebeği alan psikopata mı yanayım, en kötüsü de zavallı ötesi bebekçiğe mi yanayım bilemedim. hiç bilemiyorum.

match point


operayla, tenisle, görsellikle harmanlanmış kafası güzel bir woody allen filmi.

---- hızımı alamayıp tüm filmi anlattığım spoiler ----
şimdi şöyle anlatayım. filmin ilk yarısında klasik bir aldatma izliyoruz. chloe'nin sevgilisi chris, chloe'nin kardeşi tom'un nişanlısı nola ile yasak aşk yaşamaktadır. işte kravatla göz bağlamaklar olsun, elbiseleri yırtmak olsun, yağmurda otlarda sevişmek olsun bu tip şeyler yaparlar.
chris başarılı bir tenisçi olmasına rağmen gözü para pulda olduğu için aileden zengin chloe ile evlenir. tom ise başka bi kız için nola'yı -scarlett johansson!- terk eder. ve tarafların medeni durumu bu iken gizli beraberlikleri devam eder. sanırsın ki hep böyle entrika yumağı şeklinde devam edecek film. ama öyle mi devam eder? nayır!suç ve ceza'ya göndermeler varmışmışmış meğersem demek isterim. fakat bahsetmek istediğim noktaları bu değil filmin.. bi dur devam etçem..
heh ne diyodum ikinci yarı..sen metres nola kalk hamile kal, karısı da çocuk da çocuk diye tuttursun. adam sıyırır. e yaparken iyiydi!!1 neyse sinirlendim.. öyle böyle derken böyle bi felsefik laflar eşliğinde iki masum insanı katleder bizim chris. vay arkadaş ya. tüfekli, çengili, çangılı girmeler eve. o ninemin suçu ne!? peki ya karnı burnunda nolacığın!?
sonra salak karısı hamile kalır, çocuk doğurur, bizim adaleti kendi yöntemleriyle sorgulayan kahramanımız da şüpheleri son anda -nola'nın günlüğüne rağmen- şansla mansla üzerinden çeker.
oh keten helva, kaymaklı ekmek kadayıfı, hayat sana güzel chris canım be. cık cık cık.

ama tek bir alıntı cümlesine bitilir ki o da şu;
"i'd rather be lucky than good."

bence sen de haklısın.
---- hızımı alamayıp tüm filmi anlattığım spoiler ----

ben teşekkür ederim.


21 Ocak 2011 Cuma

Sweeney Todd: The Demon Barber of Fleet Street

fıttırık müzikal.

tanrım tanrım, şu dünyanın kaymağını, balını tim burton amcamız yiyor vallahi. nası bi sanat kafasıdır o, senelerdir çözemedim. çözemicem de sanırım. çok değişik adam.

-spoilerlık tarafı mı kalmış bu filmin
börekli, unlu elleriyle cinayete yardım ve yataklık yapan lakin ki sonunda kaynar kazanlara atılan çizgi film kahramanı sevimliliğinde suratıyla -ki istediğinde conversations with other women adlı filmde izlenebileceği üzere gayet seksi de olabiliyo- helena bonham carter (mrs. lovett), o lovett'in hayalinin içindeki evlilik sahnesinde bile takınmaktan bıkmadığı ciddi surat ifadesiyle adamları bir bir boğazlayan johnny deep (sweeney todd- benjamin barker ) büyük uyum içindeler bu keyif ve kan dolu filmde.

yalnız denizci çocuğun sikile sikile yediği tekme tokattan sonra hala i feel you johanna diye haykırması beni yarar geçer. onu da söyleyeyim. gülen bi insanım bu filmde bazı bazı. evet.

ya şimdi böyle suluboya gibi dakikalar yaşıyorsunuz. kırmızıya fazla bulanıyor parça ama. hani mideniz kaldırmaz diye söylüyorum. ki izlemeyen az kişi vardır bu filmi yani. hani izlemediysen boğazı berber koltuğunda kesilip fırlatılan adamları görünce masalda gibiydik ya lan az önce diyerekten endişelenme.

kasvet dolu bir mekanda geçiyor zaten film. bu yüzden de yazı arzuluyor kadın olan. kendini yerine koymak istiyor berberin karısının. sembolik anlatımları da var böyle.
-spoilerlık tarafı mı kalmış bu filmin

ama çok da konuşmak istemiyorum hakkında. zira seyretmelisin.

20 Ocak 2011 Perşembe

127 hours

izledikten sonra şükürler olsun yareppim denen film. su içenler de varmış.

baştan şunu belirteyim ki; yok efendim ben kan görmeye dayanamam, ay yok benim klistrofobim var, çiş mi/ kaka mı yiğrenç diyen bi tipsen hiç izleme. izleme ulan.

şş spoiler-
aroncuğumuza * üzüldük tabi hepimiz o ayrı. gül gibi adamın kolu taşın altında kaldı lan. buna rağmen bi yaşama azmi, bi akıllıca hareketler, bi tecrübenin konuşması falan.
şş spoiler bitti-

based on a true story bu. ona göre önlemini al. suyunu falan iç. gideceğin yeri de yakınlarına haber et. hadi bakiyim.

the others

seneler önceme ait sisli bir film. o yüzden ayrı bi severim. sisli havaları çok severim ben çünkü. bu da sisli havanın içinde bir cinnetlik gerilim.

ters köşe finale falan sahip.

çok sevdiğim bir film demiş miydim?
bin kere olsa bin kere izlerim.
"nicole kidman zerafeti" denen bir şey var şu dünyada ey okur!

19 Ocak 2011 Çarşamba

l'arnacoeur

ava giderken avlanan adam filmi.

spoiler -
mesleği üzgün kadınları sevgililerinden ayırmak olan bir adam. sonrasında da teselli edeyim ayağına kendine bağlıyor onları. meriçlikten para kazanmak gibi düşün. ksljflsd.

işte efenim bu adamımız kızları etkilemek için göz yaşı döküyor, kalıplaşmış ve her seferinde işe yarayan cümlelerini diziyor, bir şekilde akıllarını alıyor.

yeani tatlı tatlı ara bozuyor.

fekat günün birinde evlenmesine bir hafta kalan bir hatunu nişanlısından ayırması için zengin bir iş adamından teklif alıyor ekibiyle birlikte- ve evet ekibi de var-. ancak bu defa işler istenildiği gibi yürümüyor. kahramanımız hatuna aşık oluyor falan. bu durumda işten vazgeçmek istiyor ancak birlikte olduğu insanların, yani ekibinin, paraya ihtiyacı olduğundan bunu da gerçekleştiremiyor. iki ucu boklu değnek içine göt üstü oturuyor. ne yapacak edecek bilemez iken, kız da ufaktaki evliliğini sorgulamaya başlıyor. içine sinmeyen bir şeyler olduğunu hissediyor. doğru insandan çok uzakta olduğunu anlıyor. oysa damat mükemmel görünümüyle kızın tüm arkadaşlarında hayranlık uyandırıyor. dışarıdan harika bir çiftler. ama kız koruması diye bildiği bize adama abayı yakıyor. bla bla. buraları klişe geldi bana.

sonra efendim işte kadın öncelikle ne işime karışırsın sen havalarında, sonra uçaktan inmeler, yakınlaşmalar birtakım, gece gece buluşmalar falan. iş pişiyor. skdlfjlsdf.

sonra bunlar bi tripler bişeylere giriyorllar karşılıklı. sonra mutlu mu bitti izle de öğren. her şeyi benden bekleme.

ama şöyle de bir spoiler verir de geçerim - hedeflerimizin kalplerini kırmıyoruz, canlarını acıtmıyoruz, gözlerini açıyoruz. oysa bugün kendi kendimi acıttım.

şey oynuyo, johnny depp'in hatun. heh vanessa paradis. bi de çok şirin soundtracki var bunun.
ahanda;
(bkz: http://www.youtube.com/...)

black swan

psikolojik drama.

şimdi bazı filmler hakkında çokça yorum yapılır. yine de tam teşekküllü bir yorum yapılmış olmaz ya hani. hah öyle bir kategoride bence bu işte.
toparlamaktır anca yapılan düşünceleri. eh bi başlamak, bi ucundan tutmak gerekir diye düşünüyorum. du bakalım.

spoiler resitali-

nina perfectionist bir balerindir. hem çekingen yapıda hem de hırsları uğruna kişiliğinden ödün verebilecek kadar kendi özbenliğini birilerine kanıtlama istediğiyle dolup taşmış durumdadır. ufukta görünen en büyük arzusu kraliçe kuğu olmaktır. bu uğurda feda edebilecekleri umrunda değildir. zira gözünü tutku bürümüştür. tek düşündüğü şey kariyeridir. onun haricindeki hayatından kendini ister istemez soyutlanmıştır. bu rolü alabilmesi için nina'nın her insanın benliğinde bulunan karanlık yüzünü rolündeki ruha yansıtabilmesi için kendinden söke söke ortaya çıkarması gerekir. bunun için varlığını aşırı derecede zorlar. bu nedenle, farkında olmadan, karşısında duran en büyük engel kendisi haline gelir. içinde bastırdığı yönleri ona o kadar acı verir ki bu fiziksel bir buhrana,halisinasyon ve paranoyalara dönüşür. ve bir türlü hocası thomas'ın istediği biçimde - every move perfectly right, but i never see you lose yourself!- kendini kaybedemez. bunun da ötesinde tüm mükemmeli arayanlar gibi bir takıntı nesnesi oluşturur kendine; kusursuzluk. ve tabi onun kusursuzluk nesnesi de; bale.

thomas, nina'yı çeşitli şekillerde dener, arzularını sınar, kapasitesini yoklar. nina ise bu bütünleşme esnasında thomas'ın her hareketine, mimiğine ve davranışına hayranlık besler. aşık değildir, hayrandır.

filmdeki en yoğun metaforik anlatımlar anne- kız ilşkisi üzerinedir.
baskıcı, diktatör bir anne ve kırılgan, içe kapanık kız çocuğu arasındaki bağların sıkıntılı dışavurumu. ilişkilerindeki bu yön de en çok, annenin içinde ukde kalan mesleki yaşantısını kızının üzerinde gerçekleştirmek istemesi nedeniyle onun omuzlarına bencilce bir yük bindirmesi ve kendi doğrularını kızına entegre etmeye çabalaması olarak karşımıza çıkıyor.

bu noktada balerinlerin anoreksik yapılarının da çok iyi işlenmiş olduğunu görürüyoruz filmde. bunu iştahla yenen bir greyfurt- yemeyi reddedilen pasta ikiliminden anlıyoruz. kız kendisini kraliçe kuğu seçildiği için tebrik eden annesinin aldığı pastayı yemiyor ve hatta bunu bedenine karşı yapılmış bir sabotaj olarak algılıyor . bunun üzerine dediğim dedikçi anne hırçınlaşıyor. bir tür gizli çekişme hali.

ve devreye film başındaki rakibesi veronica'nın pabucunu dama attıran afet-i devran lily giriyor. nina'nın karanlık tarafı. kıskandığı, kendini yerine koyduğu, korktuğu, çekindiği, bayıldığı lily.
onunla yaşadığı her ne varsa zihninde katbekat büyüyor. isyankarlığının dönüm noktası, içinde birikmiş gizli arzuları ve femme fatale yönü onunla ortaya çıkıyor. lily, nina'yı dönüştürüyor. olmak istediğini veriyor ona başka deyişle. hem zehir hem panzehir lily.

ve yavaş yavaş nina'nın içindeki vahşi kadın, beyaz kuğusundan siyah kuğusunu doğurmasının çok sancılı sürecini başlatıyor. kendi içindeki iyi ve kötünün olağanüstü harbi, çekişmesi, çelişmesi ve savaşı yansıtılıyor.

asıl gizli öznelerden biri de baş balerin beth.
beth'nin nina'yı, nina'nınsa beth'yi ölesiye kıskanması söz konusu. nina'nın çaldığı ruj ve törpü -nina, beth in eşyalarını çalarak bir nevi özdeşim kurar- , beth ile rol üzerine atışması, beth'in kaza geçirmesi ve nina'nın sonrasında yaşadığı vicdan muhasebesi. hepsi, tüm bu gel gitler nina'nın aşırı derecede yoğunlaştığı "black swan" sevdasının yansımaları.

bir başka önemli noktada annesiyle ipleri koparan nina'nın bilinçaltına itilmiş cinselliğinin stresli dönemlerinde ortaya çıkması. önemli bir ayrıntı yakalandığını ve abartmadan kullanıldığını düşünüyorum burda da.

bunun hemen ardından da annesinin bazı şüpheleri, sırtındaki yara için panik içinde olması ve bu nedenle nina'nın tırnaklarını zorla kesmesi, kapıyı kilitleme çabasında elinin sıkışması durumun vahametini bütünleyen faktörler.

simgesel anlatımı ve görsel anlatımı aşmış denebilecek bir film.
misal nina'nın bacaklarının çatır çatır yamulması ve bale provalarındaki ışığın muhteşem kullanımı. sanat yönetmeni ayrıca takdir edilesi.

kuğu gölü balesinin hikayesi, aynı zamanda, sevilmek uğruna ölmeyi göze alan bir kızın hikayesi. buna da şöyle bir gönderme var ki filmde şukela. performans gecesinden önce görür nina zihninde. yani thomas ve lily sevişirler ve bunu gören nina aşkını kaybettiği düşüncesiyle ruhsal bir intihara sürüklenir. bu da thomas'ın anlattığı hazin sondur işte:
"her prince falls for the wrong girl and she kills herself."

ve anlatılmayıp yaşanacak son sahne.
o yapışkan masumiyetin, cazibeli şeytanlığa dönüşümü ve tekrar masumiyetin ışığının - hiçbir şey eskisi gibi olmayacak olsa da- ufukta belirmesi.

spoiler bitsin artık!

şimdi haklarını teslim edeceklerimize gelelim canlar;
natalie portman; eşsiz bir performans,
mila kunis; baştan çıkmak hiç bu kadar kolay olmamıştı!,
vincent cassel; muazzam bir hissedişle rolüyle bütünleşmiş,
winona ryder; kısa ama etkili bir rolde,
barbara hershey; filmin anahtar kadını tam manasıyla.

tespit: nina'yı türk bir oyuncu oynasaydı bu "nehir erdoğan" olmalıydı.

işte bence son olarak;
bir kendini aşma filmi,
doğum,
ölüm,
hatta reenkarne.