19 Ocak 2011 Çarşamba

black swan

psikolojik drama.

şimdi bazı filmler hakkında çokça yorum yapılır. yine de tam teşekküllü bir yorum yapılmış olmaz ya hani. hah öyle bir kategoride bence bu işte.
toparlamaktır anca yapılan düşünceleri. eh bi başlamak, bi ucundan tutmak gerekir diye düşünüyorum. du bakalım.

spoiler resitali-

nina perfectionist bir balerindir. hem çekingen yapıda hem de hırsları uğruna kişiliğinden ödün verebilecek kadar kendi özbenliğini birilerine kanıtlama istediğiyle dolup taşmış durumdadır. ufukta görünen en büyük arzusu kraliçe kuğu olmaktır. bu uğurda feda edebilecekleri umrunda değildir. zira gözünü tutku bürümüştür. tek düşündüğü şey kariyeridir. onun haricindeki hayatından kendini ister istemez soyutlanmıştır. bu rolü alabilmesi için nina'nın her insanın benliğinde bulunan karanlık yüzünü rolündeki ruha yansıtabilmesi için kendinden söke söke ortaya çıkarması gerekir. bunun için varlığını aşırı derecede zorlar. bu nedenle, farkında olmadan, karşısında duran en büyük engel kendisi haline gelir. içinde bastırdığı yönleri ona o kadar acı verir ki bu fiziksel bir buhrana,halisinasyon ve paranoyalara dönüşür. ve bir türlü hocası thomas'ın istediği biçimde - every move perfectly right, but i never see you lose yourself!- kendini kaybedemez. bunun da ötesinde tüm mükemmeli arayanlar gibi bir takıntı nesnesi oluşturur kendine; kusursuzluk. ve tabi onun kusursuzluk nesnesi de; bale.

thomas, nina'yı çeşitli şekillerde dener, arzularını sınar, kapasitesini yoklar. nina ise bu bütünleşme esnasında thomas'ın her hareketine, mimiğine ve davranışına hayranlık besler. aşık değildir, hayrandır.

filmdeki en yoğun metaforik anlatımlar anne- kız ilşkisi üzerinedir.
baskıcı, diktatör bir anne ve kırılgan, içe kapanık kız çocuğu arasındaki bağların sıkıntılı dışavurumu. ilişkilerindeki bu yön de en çok, annenin içinde ukde kalan mesleki yaşantısını kızının üzerinde gerçekleştirmek istemesi nedeniyle onun omuzlarına bencilce bir yük bindirmesi ve kendi doğrularını kızına entegre etmeye çabalaması olarak karşımıza çıkıyor.

bu noktada balerinlerin anoreksik yapılarının da çok iyi işlenmiş olduğunu görürüyoruz filmde. bunu iştahla yenen bir greyfurt- yemeyi reddedilen pasta ikiliminden anlıyoruz. kız kendisini kraliçe kuğu seçildiği için tebrik eden annesinin aldığı pastayı yemiyor ve hatta bunu bedenine karşı yapılmış bir sabotaj olarak algılıyor . bunun üzerine dediğim dedikçi anne hırçınlaşıyor. bir tür gizli çekişme hali.

ve devreye film başındaki rakibesi veronica'nın pabucunu dama attıran afet-i devran lily giriyor. nina'nın karanlık tarafı. kıskandığı, kendini yerine koyduğu, korktuğu, çekindiği, bayıldığı lily.
onunla yaşadığı her ne varsa zihninde katbekat büyüyor. isyankarlığının dönüm noktası, içinde birikmiş gizli arzuları ve femme fatale yönü onunla ortaya çıkıyor. lily, nina'yı dönüştürüyor. olmak istediğini veriyor ona başka deyişle. hem zehir hem panzehir lily.

ve yavaş yavaş nina'nın içindeki vahşi kadın, beyaz kuğusundan siyah kuğusunu doğurmasının çok sancılı sürecini başlatıyor. kendi içindeki iyi ve kötünün olağanüstü harbi, çekişmesi, çelişmesi ve savaşı yansıtılıyor.

asıl gizli öznelerden biri de baş balerin beth.
beth'nin nina'yı, nina'nınsa beth'yi ölesiye kıskanması söz konusu. nina'nın çaldığı ruj ve törpü -nina, beth in eşyalarını çalarak bir nevi özdeşim kurar- , beth ile rol üzerine atışması, beth'in kaza geçirmesi ve nina'nın sonrasında yaşadığı vicdan muhasebesi. hepsi, tüm bu gel gitler nina'nın aşırı derecede yoğunlaştığı "black swan" sevdasının yansımaları.

bir başka önemli noktada annesiyle ipleri koparan nina'nın bilinçaltına itilmiş cinselliğinin stresli dönemlerinde ortaya çıkması. önemli bir ayrıntı yakalandığını ve abartmadan kullanıldığını düşünüyorum burda da.

bunun hemen ardından da annesinin bazı şüpheleri, sırtındaki yara için panik içinde olması ve bu nedenle nina'nın tırnaklarını zorla kesmesi, kapıyı kilitleme çabasında elinin sıkışması durumun vahametini bütünleyen faktörler.

simgesel anlatımı ve görsel anlatımı aşmış denebilecek bir film.
misal nina'nın bacaklarının çatır çatır yamulması ve bale provalarındaki ışığın muhteşem kullanımı. sanat yönetmeni ayrıca takdir edilesi.

kuğu gölü balesinin hikayesi, aynı zamanda, sevilmek uğruna ölmeyi göze alan bir kızın hikayesi. buna da şöyle bir gönderme var ki filmde şukela. performans gecesinden önce görür nina zihninde. yani thomas ve lily sevişirler ve bunu gören nina aşkını kaybettiği düşüncesiyle ruhsal bir intihara sürüklenir. bu da thomas'ın anlattığı hazin sondur işte:
"her prince falls for the wrong girl and she kills herself."

ve anlatılmayıp yaşanacak son sahne.
o yapışkan masumiyetin, cazibeli şeytanlığa dönüşümü ve tekrar masumiyetin ışığının - hiçbir şey eskisi gibi olmayacak olsa da- ufukta belirmesi.

spoiler bitsin artık!

şimdi haklarını teslim edeceklerimize gelelim canlar;
natalie portman; eşsiz bir performans,
mila kunis; baştan çıkmak hiç bu kadar kolay olmamıştı!,
vincent cassel; muazzam bir hissedişle rolüyle bütünleşmiş,
winona ryder; kısa ama etkili bir rolde,
barbara hershey; filmin anahtar kadını tam manasıyla.

tespit: nina'yı türk bir oyuncu oynasaydı bu "nehir erdoğan" olmalıydı.

işte bence son olarak;
bir kendini aşma filmi,
doğum,
ölüm,
hatta reenkarne.


1 yorum: